jump to navigation

“ABD’nin değişmez taktiği, Türkiye’yi desteklemek” 8 Mai 2006

Posted by Acturca in South East Europe / Europe du Sud-Est, Turkey / Turquie, Turkey-EU / Turquie-UE, USA / Etats-Unis.
Tags:
trackback

Atina, 27/04 (BYE)— Tirajı günde 48.624 olan To Vima  gazetesinin 27 Nisan 2006 tarihli sayısında, A. Hatzikiriakos  imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi:

Kıbrıs Hükümeti dün, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza  Rice'ın Atina'daki açıklamalarını Türkiye'nin AB'ye katılım  sürecini kolaylaştırmaya yönelik değişmez politikasına  atfederek, bölünmüş bir Kıbrıs'ın AB'ye katılımı karşılığında  bir önceki hükümetin bu süreci engellememe yükümlüğünü  üstlenip üstlenmediğini cevaplamasını istedi.

ABD'nin, Türkiye'nin AB'ye katılımı çabalarını  kolaylaştırılması yönündeki politikası biliniyor ve Rice'ın  da bu politika çerçevesi içinde hareket ettiğini açıklayan  Hükümet Sözcüsü Yorgos Lillikas, "Türkiye'nin AB'de engelsiz  olarak yürümesi için Birlik karşısındaki yükümlülüklerine  karşılık vermesi gerektiğini" söyledi.

Lillikas, hükümetin "kimseye tutamadığı yükümlülükler  ve sözler vermediğini" açıklığa kavuşturdu ve Türkiye'nin  AB'ye katılım sürecinde ayak oyunlarına engel olmayacakları,  bedel olarak da bölünmüş bir Kıbrıs'ın AB'ye katılımına  ilişkin yükümlülüğü üstlenip üstlenmediklerini  cevaplamaları için seleflerine meydan okudu.

 

 

"Kıbrıs sorununda herhangi bir çözüm Annan planına dayanacak"

Atina, 01/05(BYE)— Tirajı günde 135.612 olan Ethnos  gazetesinin 30 Nisan 2006 tarihli sayısında, Hristos Maheras  ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, ABD'nin Atina  Büyükelçisi Charles Ries ile yapılan mülakatın Türkiye ile  ilgili bölümünün çevirisi:

MAHERAS: Büyükelçi Ries'e, Kıbrıs'ın AB'ye katıldığında  Türkiye'nin katılım yönelimini kolaylaştırması hususunda  yükümlülük aldığına ilişkin açıklamasıyla, ABD Dışişleri  Bakanı'nın ne demek istediğini sordum ve Lefkoşa'nın, hiçbir  zaman bu tür bir yükümlülük almadığına ilişkin tezini  hatırlattım.

İşte cevap: "Rice, yıllar önce AB'nin 10 yeni üyenin  katılımı konusunu görüştüğü zaman, bölünmüşlük durumu çözülmemiş olduğu sürece Kıbrıs'ın AB'ye katılması ya da katılmaması gerektiğine ilişkin bir görüşmenin yapıldığını  kastediyordu. Türkiye ve Yunanistan'ın önemli diplomatik  çabalarından sonra, Kıbrıs'ın AB'ye kabul edilmesi  ve adanın tekrar birleşmesi veya bölünmesi konusunun BM'ye  kalması sonucuna varıldı. Rice, muhtemelen bu anlayıştan  bahsediyordu."

MAHERAS: Yani hatalı olarak gizli şartlardan  bahsettiği sanıldı.  

RIES: Rice, gizli anlaşmadan bahsetmedi, Kıbrıs'ın  bölünmüş olarak AB'ye girdiği takdirde, konunun  kendiliğinden ileride Türkiye'nin katılım yönelimini  engellemeyeceğine dair anlayış olduğunu kastediyordu.  Tabii ki bu da, Kıbrıs'ın herhangi başka bir ülke gibi,  kendi kararlarını alamayacağı anlamına gelmez.

MAHERAS: Kıbrıslıların görüşü bu değil. Kıbrıs  halkının ezici çoğunlukla reddetmesine rağmen, devamlı  olarak Annan planını hatırlatıyorsunuz.

RIES: Son 25 yılda, Kıbrıs sorununda çözüm arayan tüm  taraflar, iki bölgeli-iki toplumlu federasyon kurulması  konusunda anlaştılar. Annan planı bu kriterleri kapsıyordu,  ancak Kıbrıs Türk kesiminden kabul edilmiş olmasına rağmen  Kıbrıs Rum kesimi tarafından kabul edilmedi. Bu talihsizdi.  İlerleme olabileceğine dair umut var, ancak her hangi yeni  bir çözüm yine de aynı unsurları içerecek. Tabii ki bu,  kabul edilmediği görülen Annan planı olmayacak.

Ancak, rahatsız edici bir noktayı vurgulamam  gerekiyor: Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türkler ile beraber  yaşamak konusundaki ilgilerinde düşüş var. Son bir kamuoyu  araştırmasında, Kıbrıslı Rumların yüzde 25'i bile Kıbrıslı  Türkler ile ortak bir devlette yaşamayı arzu etmiyordu, bu  oran genç yaşlarda daha da düşük.  

MAHERAS: Rice'ın bir başka vurgulaması daha tepkilere  yol açtı: Ege'de anlaşmazlıklardan bahsetti. Ne demek  istiyordu?

RIES: Rice'a nasıl sorulduğunu hatırlamıyorum.  Politikamız, Yunanistan ile Türkiye'nin hava sahası, kıta  sahanlığı ve deniz sahası konularında anlaşmalarını  görmektir.

Ege İçin

MAHERAS: Amerikan dış politikası için Ege'de "gri  bölgeler" var mı?

RIES: "Gri bölge" olarak belirlenmiş bölgeler hakkında  bilgim yok. Bu, bu bölgelerin olmadığı anlamına gelmez.  Zaten bizim sınırlarımızdan bahsetmiyoruz. Görüşmeler  ilgili ülkeler arasında yapılmalı. Fransızların, Almanların  veya Japonların mesuliyetinden daha fazla bir mesuliyetimiz  yok. Zaten arabulucu rolü almamız istenmedi.

MAHERAS: Biraz önce ABD ve Yunanistan'ın tarihi  sıkı dostluk bağlarından bahsettiniz. Ancak,ülkeniz Üsküp'ü  Yunan Hükümetini bilgilendirmeden dahi tanıdı.

RIES: Bu karar, 18 ay önce alındı. Bu kararı, bölgede  istikrar ve kuzeyinizde, istikrarlı, yaratıcı, ılımlı bir  ülkeyi cesaretlendirmek sebebiyle aldık. Bunun sizin  çıkarınıza da olduğunu sanırım. Atina ve Üsküp'ün ortak  kabul edilir bir isim bulunması hususundaki çabalarını  destekliyoruz.

MAHERAS: İsim konusunun çözülmesi Üsküp'ün NATO'ya  kabul edilmesi için şart oluşturuyor mu?

RIES: Aradaki anlaşma, FYROM isminin kullanımının  başlangıcını yaptı. Yunanistan, Üsküp'ün bu isimle NATO  ve Euro-Atlantik kuruluşlara katılımını kabul etti. İki  ülkenin bu işbirliğine saygı duymalarına seviniyoruz. 

MAHERAS: İki tarafça kabul edilir bir çözüm bulunması,  NATO'ya katılım için ön şart oluşturuyor mu? 

RIES: Hayır, ön şart bizim için söz konusu değil. 

 

 

 

"Papadopulos: ABD'nin  teveccühünü elde etmek için memleketin çıkarlarını kurban etmeyeceğiz"

Atina, 02/05(BYE)— Tirajı günde 40 bin olan Elefteros  Tipos gazetesinin 2 Mayıs 2006 tarihli sayısında, Angeliki  Spanu imzasıyla, yukarıdaki başlık altında yayımlanan ve GKRY  lideri Tassos Papadopulos ile yapılan mülakatın çevirisi :

Lefkoşa, Kıbrıs Helenizmi'nin çıkarlarını ABD'nin  teveccühü için kurban etmeyecek. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Tassos Papadopulos Washington'a  net mesaj gönderiyor ve Annan planıyla, ABD'nin bazı  temsilcileri ile Kıbrıs muhalefeti dışında kimsenin  ilgilenmediğini vurguluyor. Papadopulos, sonbaharda bir  AB-Türkiye krizinin cereyan etmesini olası görüyor ve özlü  konular ele alınmadığı takdirde Kıbrıslı Türk lider Sayın  Talat ile görüşmeyeceğini açıklıyor. 

SPANU: Sayın Cumhurbaşkanı, ABD Dışişleri Bakanı  Condoleezza Rice'ın, Atina'yı son ziyareti sırasında,  "Kuzey Kıbrıs'ın izolasyonunun son bulması" gereğinden  ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Türkiye'nin üyelik yönelimini  kolaylaştırmak yönündeki yükümlülüğünden söz ettiğini  duyunca gafil avlandınız mı?

PAPADOPULOS: Sayın Condoleezza Rice'ın açıklamaları  benim için sürpriz oluşturmadı, ABD'nin sabit tezinin bir  tekrarını oluşturdular. Aslında, ABD'de Kıbrıs konusu  sadece Türkiye'nin AB yöneliminin kolaylaştırılması  çerçevesinde ele alınıyor. Şöyle ki: Annan planının tümünün,  -özellikle de o dönemde zaman süresinin, yani Kıbrıs'ın AB  üyesi olduğu 1 Mayıs tarihinin saptanmasının- Türkiye'ye  kolaylık sağlamak amacıyla biçimlenip biçimlenmediğinin  sorulması doğaldır. Annan planında (madde 1, par. 5) yer  alan ve birleşmiş Kıbrıs Cumhuriyeti'nin, 24 AB üyesi  ülkenin farklı görüşü olsa dahi, Türkiye'nin üyelik  yönelimini kayıtsız şartsız desteklemek zorunda olacağı  öngörüsü de aynı konuyla ilgili. Tarafsız bir gözlemci  için soru kendiliğinden ortaya çıkıyor: Acaba üyeliğini  kolaylaştırmak için Türkiye'nin AB yönünde üstlenmiş  olduğu yükümlülüklere uyum sağlaması yükümlülüğü yok mu?  Bu yükümlülüğü, Sayın Bakoyanni'nin, ABD Dışişleri Bakanı  ile görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada vurguladığının  altını çiziyorum.

SPANU: Ancak, Türk tezlerine açıkça verilen Amerikan  desteği, Lefkoşa için büyük bir diplomatik sorun değil mi?

PAPADOPULOS: ABD'nin dünya çapında, özellikle de bazı  AB ülkeleri üzerinde etkili bir veri oluşturduğuna göre,  sorundur. Ancak biz, ABD'nin talimatları ve Amerikan  politikasının özel çıkarları ulusal çıkarlarımıza karşı  çıktığında, politikamızı ve yönelimimizi bunlara  bağlamamalıyız.

SPANU: Türkiye'nin AB yönünde üstlenmiş olduğu önemli  yükümlülük, gümrük birliğinin genişletilmesidir. Ancak,  konuya ilişkin protokol TBMM'ye dahi getirilmedi. Daha ne  kadar bekleyeceksiniz? Lefkoşa için vade var mı?

PAPADOPULOS: Biz, "Türkiye çoktan uyum sağlamalıydı"  diyoruz. Tepkimiz ve AB'nin tam üye devleti olarak  haklarımızı kullanmamızla ilgili karar, her defasındaki  verilere tutulan ışık altında, AB üyesi diğer ülkelerin  takındığı tavra ve memleketimizin genel çıkarlarına göre  biçimlenir. Bu tür kararların önceden açıklanmadığını ve  de önceden alınamadığını anladığınızdan eminim. AB, 2006  yılı içinde ve belirtilere göre, ekim ayı içinde  Türkiye'nin yöneliminin ve üstlenmiş olduğu yükümlülüklere  uyum derecesinin gözden geçirilmesini saptamış bulunuyor.

SPANU: Çoğu Avrupa hükümeti, Türkiye'nin uyum  sağlamaması durumunda son araç olarak, üyelik  müzakerelerine ara verilmesi olasılığını inceliyorlar. Bu  tür bir konu masaya getirilirse -Atina ile Lefkoşa şimdiye  kadar bu olasılıktan söz etmediği için- siz ne yapacaksınız?   

PAPADOPULOS: Biz, Türkiye'nin, AB tarafından saptanan  zaman süresine uyum sağlamasının gerekli olduğunu  savunuyoruz. Ancak, bu, bir ülke tarafından alınan bir  karar değil; 25 ülkenin kararı. Bence, nihai gelişme için,  başka bir ifadeyle tam üyeliğe mi yoksa imtiyazlı ilişkiye  mi gidileceği hakkında ciddi itirazlar olabilir. Fakat,  bence, AB'nin hemen hemen bütün üye ülkeleri kolayca  anlaşılan nedenlerden dolayı, Türkiye'nin üyelik yönelimine  ara verilmesini istemiyor.

SPANU: Her halükarda, sonbaharda ciddi bir AB-Türkiye  krizini olası görüyor musunuz? Başka bir ifadeyle -Olli  Rehn'in kullandığı bir ifadeyle- "trenin raydan çıkması"  tehlikesini olası görüyor musunuz?

PAPADOPULOS: Bu tehlike mevcuttur. Daha önce sözünü  ettiğim itirazlar Türkiye'nin üyelik yörüngesinde hareket  etmesi arzusundan daha kuvvetli bir şekilde ortaya çıkarsa,  sonbaharda bir "krizin" yaşanması yönündeki verilerin var  olacağına inanıyorum. Ancak, şimdiden değerlendirmelerde  bulunmanın akil olmadığını sanıyorum.

SPANU: Bir değerlendirmeye göre, Türkiye'nin iç siyasi istikrarsızlığı nedeniyle ve siyasi faturanın pahalıya  ödeneceği korkusu altında, cesur kararlar alınamaz. Siz ne  düşünüyorsunuz?

PAPADOPULOS: Türkiye içinde var olduğu söylenen çatışma  ve istikrarsızlık ortamının gerçek olduğundan pek de emin  değilim. Türkiye, üstlenmiş olduğu yükümlülüklerden kaçınmak  için iç istikrarsızlığı, hatta, siyasi hükümet ile askerler  arasında tez çatışmasını ilk kez öne sürmüyor.

SPANU: Ankara'nın zaman zaman savurduğu tehditlerin  gerçekleşmesini ve Türklerin kendiliğinden Avrupa  yönelimlerine veda etmelerini olası sayıyor musunuz?

PAPADOPULOS: Bu, diğerleriyle birlikte değerlendirmiş  olduğumuz olası senaryolardan biridir ve bizi  endişelendiriyor. Elbette, amaçladığımız bir senaryo değil,  çünkü Kıbrıs konusu üzerinde olumsuz etkisi olacak.  Müzakerelerin durdurulmasına yönelik olumsuz gelişmeden  kaçınmak amacıyla, Türkiye'nin uyum sağlaması için hem  zaman açısından hem de konunun özü açısından "altın  ölçü"nün bulunması gerekir.

SPANU: Annan planı için yapılan referandumdan iki yıl  sonra, Sayın Rice'ın açıklamalarından da belli olduğu  üzere, Lefkoşa'nın Washington ile ilişkileri hala alt  düzeyde. Sizce bu imajın değişmesi yolu var mı?

PAPADOPULOS: Bu durum bizim sorumluluğumuzun ya da  seçeneğimizin neticesi değil. Bizim ABD ile herhangi bir  davamız yok. Tam aksine, ABD'ye yönelik iyi niyetimizin  sözünü etmemizin zamanı değil, fakat birçok şekilde  gösterdik. Ancak, bizim için ve sanıyorum herhangi bir  vatandaş için, ABD'nin ya da başka herhangi bir ülkenin  dostluk ilişkilerini güvence altına almak amacıyla  minimum taleplerimizi kurban etmemiz düşünülemez. Başka  bir ifadeyle, ulusal çıkarımızı korumak için gerekli  gördüğümüzü, herhangi bir ülkenin sözlü ya da başka  teveccühünü elde etme uğruna kurban etmeyeceğiz. Her  halükarda, ABD'nin teveccühünü elde etmek için Türkiye  ile rekabete başlarsak, kayba uğrayacak olan taraf  kesinlikle biz olacağız, çünkü ABD'nin bölgemizdeki "en  değerli" müttefiki olan Türkiye'ye teveccühü bir veri  oluşturuyor.

SPANU: ABD'nin disiplinsiz halkları ve disiplinsiz  liderleri cezalandırdığı kanıtlanmış olduğuna göre, sizce  Kıbrıs'ta intikam alması tehlikesi var mı?

PAPADOPULOS: ABD'nin düşmanlığını isteyen yok. Ancak,  tekrarlıyorum: ABD'nin teveccühünü elde etmek için  memleketimizin temel çıkarlarını, özellikle de Kıbrıs  Helenizmi'nin çıkarlarını kurban etmeyeceğiz. Alt tarafı  bu teveccüh, ABD'nin Türkiye'ye teveccühü düzeyine hiçbir  zaman ulaşmayacak.

SPANU: Cezanızı belki de devam etmekte olan işgal  yönetiminin statüsünü yükseltmek çabası oluşturuyor.

PAPADOPULOS: Yönetimin statüsünün yükseltilmesi çabası,  anlaşmayla Türkiye'ye verilmesi kararlaştırılan bedel olarak,  ABD'nin sabit ve değişmez politikasını oluşturuyor. Ancak,  statünün yükseltilmesinin de objektif sınırlamaları var.  Örneğin, AB'nin 24 ülkesi yönetimi tanıyamaz, çünkü bizimle  Atina'da, hem tek taraflı hem de toplu olarak katılım  anlaşmasını imzalamış bulunuyorlar, bu anlaşma temelinde de  Kıbrıs Cumhuriyeti bir bütün olarak AB'ye katılmış bulunuyor  ve Avrupa'nın bir toprağını oluşturuyor. Sadece, yasal Kıbrıs  Cumhuriyeti Hükümetinin kontrolü altında olamayan bölgelerde  AB müktesebatının uygulanması askıya alınıyor. Bunun ötesinde,  "üçüncü ülkeler" ve ABD, işgal yönetimini tanıyabilirler,  ancak bunu yapmadan önce, devletten ayrılma eğilimlerinin var  olduğu her ülke için yaratacakları tehlikeli örneği iki defa  düşünmeleri gerekecek. Her şeyden önce ve en önemlisi,  Türkiye'de yaşayan milyonlarca Kürt nüfusu düşünmeleri  gerekecek. Kıbrıs'ta bu tür bir "örneğin" var olmayacağını  ümit ediyorum.

SPANU: Paris'te teknik konular için iki toplum arasında  diyaloğun başlaması kararlaştırıldı, ancak bu diyalog  başlamadı bile.

PAPADOPULOS: Anlaşma, benimle BM Genel Sekreteri arasında  oldu. Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs Rumları ve BM arasında bir  anlaşma değil. Lefkoşa'dan askeri kuvvetlerin geri çekilmesi,  mayınlardan arındırılması, yerleşimcilerin ya da nüfusun  kaydı konularını Kıbrıslı Türklerin işbirliği olmadan nasıl  görüşeceğiz? Ancak, Kıbrıslı Türkler bu konuları görüşmek  istemiyorlar, çünkü ilk baştan sadece günlük konuları  görüşmek istiyorlar. Ancak, işgal kesimindeki yönetimin ayrı  bir devlet varlığı olarak işlevselliğini engelleyen  zorlukları görüşürsek ve bunları kaldırırsak, Kıbrıslı  Türklerin Kıbrıs'ın yeniden birleşmesine yönelik çözümü  amaçlamaları için bütün teşviklerini yok etmiş oluruz. Bu  bağlamda, biz, aynı zamanda esas konuların da ele alınacağı  şartıyla, bu dokunulmaz şartla, on teknik konuyu görüşmeyi  kabul ettiğimizi söylüyoruz.

SPANU: Yakın gelecekte Sayın Talat ile görüşmeniz  olası mı?

PAPADOPULOS: Sayın Talat ile bir görüşmeye dogmatik  bir şekilde karşı değilim. Fakat şunu soruyorum: Görüşelim  de ne yapalım ve ne konuşalım? Özlü konuları mı ele alalım?  Sayın Talat'ın bizi yakan konuları görüşme yetkisi ve gücü  var mı? Örneğin, Kıbrıs'tan Türk ordusunun geri çekilmesi,  yerleşimcilerin geri dönüşü, toprak iadesi konularını  görüşebilir mi? Sayın Talat'ın bu tür bir yetkisi olduğunu  sanmıyorum. Demek ki, rutin konular, günlük konular üzerinde  anlaşmak için görüşeceğiz. Siyasi özü olmayan sosyal  toplantılarda beş ya da altı kez görüşürsek, kamuoyunun  sadece Sayın Talat'a ve Sayın Papadopulos'a karşı güveni  sarsılmayacak, prosedüre güveni de sarsılacak. Millet kaç  barış kahvesi içeceğimizi ve hangi amaçla bunu yapacağımızı  soracak. "Olumlu ortam" iyidir. Ancak, "şahsi olumlu ortam"  tek başına siyasi sorunları çözemez. "Teknik düzeyde"  görüşmelerle zemin hazırlanınca, elbette görüşmeler siyasi  liderler arasında siyasi düzeye geçecek.

SPANU: Şu anda sadece Lefkoşa, Kıbrıs sorununun  çözümlenmesine yönelik yeni bir prosedüre ivme kazandıran  taraf olarak ortaya çıkıyor. Ne Ankara, ne de BM acele  ediyor. Taksimin sabitleşmesi tehlikesinin var olduğundan  endişe ediyor musunuz?

PAPADOPULOS: Ben yabancı bir ordunun, özellikle de Türk  ordusunun, işgal ettiği ülkelerden sakince geri çekildiğini  görmedim. Bu nedenle, bize bu tehlikeyi sözde vurgulayanlar,  işgale yol açan ve maalesef neticelerini değiştirmenin sadece  bize bağlı olmadığı 1974 darbesini kimin yaptığını düşünseler  iyi ederler. 

Annan Planıyla Artık Kimse İlgilenmiyor

SPANU: Annan planı için referandumdan iki yıl sonra  nerede bulunuyoruz? Plan öldü mü, tarihe mi karıştı, yoksa  çözüm temeli olarak hala duruyor mu?

PAPADOPULOS: Üçüncü Annan planı Sayın Kleridis, BM ve  Sayın Denktaş arasında yapılan müzakerelerin neticesiydi.  Dördüncü ve beşinci Annan planı benim tarafımdan müzakere  konusu olarak ele alınmadan ortaya çıktı; bir hakemlik  neticesiydi, hakemin kararıydı. Bu nedenle, müzakere  açısından, bizim tarafın yükümlülüklerini içeren plan  üçüncü Annan planı. Referandumda, Kıbrıs Helenizmi'nin  önüne getirilen beşinci plan, ek yükümlülükler ya da  önceki hükümet tarafından üçüncü planın bünyesine katılan  ve maalesef haklarında ne söz sahibi olduğum ne rol  oynadığım, bilgi sahibi de olmadığım yükümlülükler dışında,  bizim başka yükümlülüklerimizi içermiyor. "Annan planı  çözüm için temel oluşturuyor mu oluşturmuyor mu; müzakere  temeli, başlangıç noktası, yararlı malzeme mi yoksa değil mi;  hala masada mı yoksa masadan uzaklaştırıldı mı" şeklinde  birtakım akademik tartışmalarla dünyayı alt üst ettik. Ben  şunu söylüyor ve de tekrarlıyorum: Planın adı ne olursa olsun,  Annan 6 ya da Erdoğan 1 olarak adlandırılsa da, bizi  ilgilendiren bu planın özü ve içeriğidir; bizi mülkler,  yerleşimciler, ordular, devletin yapısı, devletin yönetimi,  devletin işlevselliği ilgilendiriyor. "Annan planının bugünkü  statüsü hangisi" hakkında akademik tartışmalarla uğraşmayalım.  Annan 5 için ilgilenen artık yok. Kıbrıs'taki muhalefet ve  zaman zaman ABD'nin bazı temsilcileri dışında Annan planıyla  ilgilenen yok.

SPANU: Bu son Annan planının yakın gelecekte BM  tarafından yeniden ön plana getirilmesi olası mı, yoksa  başka bir plana mı yöneliyoruz?

PAPADOPULOS: Halkın yüzde 76'sı tarafından reddedilmiş  olan bir planı, AB üyesi olmama tehlikesi geçtikten sonra,  bir ifade değişikliği ya da yüzeysel değişikliklerle kabul  etmesi mümkün mü? Referandum işlemini biz istemedik.  Sorumluluğu üstümden atmak ve halka yüklemek için bu işlemi  ben istemedim. Bu, 1989 yılından bu yana, Türk tarafının  temel, müzakere konusu olmayan talebiydi. Bu talep, yeni  bir Kıbrıs devletinin doğuşu ya da gelişmesiyle ilgiliydi.  Biz, bugünkü statünün geliştirilmesini istediğimizi her  zaman söylüyorduk. Türk tarafı "hayır" diyordu ve yeni bir  devletin kuruluşunu, doğuşunu istiyordu. Yeni bir devlet  nasıl doğar? Ya kurucu meclis ile ya da referandumla. Türk  tarafı 1989'dan bu yana yeni bir devletin "doğuşunu" talep  ediyordu, bu talep de, ilk önce eski Cumhurbaşkanı Sayın  Vasiliu, daha sonra da, iki kez (1991 ve 1993'te), eski  Cumhurbaşkanı Sayın Kleridis tarafından yazılı olarak kabul  edildi. O dönemden 2002 yılına kadar bütün müzakereler, Türk  tarafının bu temel talebi üzerinde yapıldı. Ben bu bağlayıcı  kabulü, miras olarak aldım ve değiştiremedim. 

Commentaires»

No comments yet — be the first.

Laisser un commentaire