“ABD’nin değişmez taktiği, Türkiye’yi desteklemek” 8 Mai 2006
Posted by Acturca in South East Europe / Europe du Sud-Est, Turkey / Turquie, Turkey-EU / Turquie-UE, USA / Etats-Unis.Tags: Turkey / Turquie
trackback
Atina, 27/04 (BYE)— Tirajı günde 48.624 olan To Vima gazetesinin 27 Nisan 2006 tarihli sayısında, A. Hatzikiriakos imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi:
Kıbrıs Hükümeti dün, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın Atina'daki açıklamalarını Türkiye'nin AB'ye katılım sürecini kolaylaştırmaya yönelik değişmez politikasına atfederek, bölünmüş bir Kıbrıs'ın AB'ye katılımı karşılığında bir önceki hükümetin bu süreci engellememe yükümlüğünü üstlenip üstlenmediğini cevaplamasını istedi.
ABD'nin, Türkiye'nin AB'ye katılımı çabalarını kolaylaştırılması yönündeki politikası biliniyor ve Rice'ın da bu politika çerçevesi içinde hareket ettiğini açıklayan Hükümet Sözcüsü Yorgos Lillikas, "Türkiye'nin AB'de engelsiz olarak yürümesi için Birlik karşısındaki yükümlülüklerine karşılık vermesi gerektiğini" söyledi.
Lillikas, hükümetin "kimseye tutamadığı yükümlülükler ve sözler vermediğini" açıklığa kavuşturdu ve Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinde ayak oyunlarına engel olmayacakları, bedel olarak da bölünmüş bir Kıbrıs'ın AB'ye katılımına ilişkin yükümlülüğü üstlenip üstlenmediklerini cevaplamaları için seleflerine meydan okudu.
"Kıbrıs sorununda herhangi bir çözüm Annan planına dayanacak"
Atina, 01/05(BYE)— Tirajı günde 135.612 olan Ethnos gazetesinin 30 Nisan 2006 tarihli sayısında, Hristos Maheras ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, ABD'nin Atina Büyükelçisi Charles Ries ile yapılan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi:
MAHERAS: Büyükelçi Ries'e, Kıbrıs'ın AB'ye katıldığında Türkiye'nin katılım yönelimini kolaylaştırması hususunda yükümlülük aldığına ilişkin açıklamasıyla, ABD Dışişleri Bakanı'nın ne demek istediğini sordum ve Lefkoşa'nın, hiçbir zaman bu tür bir yükümlülük almadığına ilişkin tezini hatırlattım.
İşte cevap: "Rice, yıllar önce AB'nin 10 yeni üyenin katılımı konusunu görüştüğü zaman, bölünmüşlük durumu çözülmemiş olduğu sürece Kıbrıs'ın AB'ye katılması ya da katılmaması gerektiğine ilişkin bir görüşmenin yapıldığını kastediyordu. Türkiye ve Yunanistan'ın önemli diplomatik çabalarından sonra, Kıbrıs'ın AB'ye kabul edilmesi ve adanın tekrar birleşmesi veya bölünmesi konusunun BM'ye kalması sonucuna varıldı. Rice, muhtemelen bu anlayıştan bahsediyordu."
MAHERAS: Yani hatalı olarak gizli şartlardan bahsettiği sanıldı.
RIES: Rice, gizli anlaşmadan bahsetmedi, Kıbrıs'ın bölünmüş olarak AB'ye girdiği takdirde, konunun kendiliğinden ileride Türkiye'nin katılım yönelimini engellemeyeceğine dair anlayış olduğunu kastediyordu. Tabii ki bu da, Kıbrıs'ın herhangi başka bir ülke gibi, kendi kararlarını alamayacağı anlamına gelmez.
MAHERAS: Kıbrıslıların görüşü bu değil. Kıbrıs halkının ezici çoğunlukla reddetmesine rağmen, devamlı olarak Annan planını hatırlatıyorsunuz.
RIES: Son 25 yılda, Kıbrıs sorununda çözüm arayan tüm taraflar, iki bölgeli-iki toplumlu federasyon kurulması konusunda anlaştılar. Annan planı bu kriterleri kapsıyordu, ancak Kıbrıs Türk kesiminden kabul edilmiş olmasına rağmen Kıbrıs Rum kesimi tarafından kabul edilmedi. Bu talihsizdi. İlerleme olabileceğine dair umut var, ancak her hangi yeni bir çözüm yine de aynı unsurları içerecek. Tabii ki bu, kabul edilmediği görülen Annan planı olmayacak.
Ancak, rahatsız edici bir noktayı vurgulamam gerekiyor: Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türkler ile beraber yaşamak konusundaki ilgilerinde düşüş var. Son bir kamuoyu araştırmasında, Kıbrıslı Rumların yüzde 25'i bile Kıbrıslı Türkler ile ortak bir devlette yaşamayı arzu etmiyordu, bu oran genç yaşlarda daha da düşük.
MAHERAS: Rice'ın bir başka vurgulaması daha tepkilere yol açtı: Ege'de anlaşmazlıklardan bahsetti. Ne demek istiyordu?
RIES: Rice'a nasıl sorulduğunu hatırlamıyorum. Politikamız, Yunanistan ile Türkiye'nin hava sahası, kıta sahanlığı ve deniz sahası konularında anlaşmalarını görmektir.
Ege İçin
MAHERAS: Amerikan dış politikası için Ege'de "gri bölgeler" var mı?
RIES: "Gri bölge" olarak belirlenmiş bölgeler hakkında bilgim yok. Bu, bu bölgelerin olmadığı anlamına gelmez. Zaten bizim sınırlarımızdan bahsetmiyoruz. Görüşmeler ilgili ülkeler arasında yapılmalı. Fransızların, Almanların veya Japonların mesuliyetinden daha fazla bir mesuliyetimiz yok. Zaten arabulucu rolü almamız istenmedi.
MAHERAS: Biraz önce ABD ve Yunanistan'ın tarihi sıkı dostluk bağlarından bahsettiniz. Ancak,ülkeniz Üsküp'ü Yunan Hükümetini bilgilendirmeden dahi tanıdı.
RIES: Bu karar, 18 ay önce alındı. Bu kararı, bölgede istikrar ve kuzeyinizde, istikrarlı, yaratıcı, ılımlı bir ülkeyi cesaretlendirmek sebebiyle aldık. Bunun sizin çıkarınıza da olduğunu sanırım. Atina ve Üsküp'ün ortak kabul edilir bir isim bulunması hususundaki çabalarını destekliyoruz.
MAHERAS: İsim konusunun çözülmesi Üsküp'ün NATO'ya kabul edilmesi için şart oluşturuyor mu?
RIES: Aradaki anlaşma, FYROM isminin kullanımının başlangıcını yaptı. Yunanistan, Üsküp'ün bu isimle NATO ve Euro-Atlantik kuruluşlara katılımını kabul etti. İki ülkenin bu işbirliğine saygı duymalarına seviniyoruz.
MAHERAS: İki tarafça kabul edilir bir çözüm bulunması, NATO'ya katılım için ön şart oluşturuyor mu?
RIES: Hayır, ön şart bizim için söz konusu değil.
"Papadopulos: ABD'nin teveccühünü elde etmek için memleketin çıkarlarını kurban etmeyeceğiz"
Atina, 02/05(BYE)— Tirajı günde 40 bin olan Elefteros Tipos gazetesinin 2 Mayıs 2006 tarihli sayısında, Angeliki Spanu imzasıyla, yukarıdaki başlık altında yayımlanan ve GKRY lideri Tassos Papadopulos ile yapılan mülakatın çevirisi :
Lefkoşa, Kıbrıs Helenizmi'nin çıkarlarını ABD'nin teveccühü için kurban etmeyecek. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Tassos Papadopulos Washington'a net mesaj gönderiyor ve Annan planıyla, ABD'nin bazı temsilcileri ile Kıbrıs muhalefeti dışında kimsenin ilgilenmediğini vurguluyor. Papadopulos, sonbaharda bir AB-Türkiye krizinin cereyan etmesini olası görüyor ve özlü konular ele alınmadığı takdirde Kıbrıslı Türk lider Sayın Talat ile görüşmeyeceğini açıklıyor.
SPANU: Sayın Cumhurbaşkanı, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın, Atina'yı son ziyareti sırasında, "Kuzey Kıbrıs'ın izolasyonunun son bulması" gereğinden ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Türkiye'nin üyelik yönelimini kolaylaştırmak yönündeki yükümlülüğünden söz ettiğini duyunca gafil avlandınız mı?
PAPADOPULOS: Sayın Condoleezza Rice'ın açıklamaları benim için sürpriz oluşturmadı, ABD'nin sabit tezinin bir tekrarını oluşturdular. Aslında, ABD'de Kıbrıs konusu sadece Türkiye'nin AB yöneliminin kolaylaştırılması çerçevesinde ele alınıyor. Şöyle ki: Annan planının tümünün, -özellikle de o dönemde zaman süresinin, yani Kıbrıs'ın AB üyesi olduğu 1 Mayıs tarihinin saptanmasının- Türkiye'ye kolaylık sağlamak amacıyla biçimlenip biçimlenmediğinin sorulması doğaldır. Annan planında (madde 1, par. 5) yer alan ve birleşmiş Kıbrıs Cumhuriyeti'nin, 24 AB üyesi ülkenin farklı görüşü olsa dahi, Türkiye'nin üyelik yönelimini kayıtsız şartsız desteklemek zorunda olacağı öngörüsü de aynı konuyla ilgili. Tarafsız bir gözlemci için soru kendiliğinden ortaya çıkıyor: Acaba üyeliğini kolaylaştırmak için Türkiye'nin AB yönünde üstlenmiş olduğu yükümlülüklere uyum sağlaması yükümlülüğü yok mu? Bu yükümlülüğü, Sayın Bakoyanni'nin, ABD Dışişleri Bakanı ile görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada vurguladığının altını çiziyorum.
SPANU: Ancak, Türk tezlerine açıkça verilen Amerikan desteği, Lefkoşa için büyük bir diplomatik sorun değil mi?
PAPADOPULOS: ABD'nin dünya çapında, özellikle de bazı AB ülkeleri üzerinde etkili bir veri oluşturduğuna göre, sorundur. Ancak biz, ABD'nin talimatları ve Amerikan politikasının özel çıkarları ulusal çıkarlarımıza karşı çıktığında, politikamızı ve yönelimimizi bunlara bağlamamalıyız.
SPANU: Türkiye'nin AB yönünde üstlenmiş olduğu önemli yükümlülük, gümrük birliğinin genişletilmesidir. Ancak, konuya ilişkin protokol TBMM'ye dahi getirilmedi. Daha ne kadar bekleyeceksiniz? Lefkoşa için vade var mı?
PAPADOPULOS: Biz, "Türkiye çoktan uyum sağlamalıydı" diyoruz. Tepkimiz ve AB'nin tam üye devleti olarak haklarımızı kullanmamızla ilgili karar, her defasındaki verilere tutulan ışık altında, AB üyesi diğer ülkelerin takındığı tavra ve memleketimizin genel çıkarlarına göre biçimlenir. Bu tür kararların önceden açıklanmadığını ve de önceden alınamadığını anladığınızdan eminim. AB, 2006 yılı içinde ve belirtilere göre, ekim ayı içinde Türkiye'nin yöneliminin ve üstlenmiş olduğu yükümlülüklere uyum derecesinin gözden geçirilmesini saptamış bulunuyor.
SPANU: Çoğu Avrupa hükümeti, Türkiye'nin uyum sağlamaması durumunda son araç olarak, üyelik müzakerelerine ara verilmesi olasılığını inceliyorlar. Bu tür bir konu masaya getirilirse -Atina ile Lefkoşa şimdiye kadar bu olasılıktan söz etmediği için- siz ne yapacaksınız?
PAPADOPULOS: Biz, Türkiye'nin, AB tarafından saptanan zaman süresine uyum sağlamasının gerekli olduğunu savunuyoruz. Ancak, bu, bir ülke tarafından alınan bir karar değil; 25 ülkenin kararı. Bence, nihai gelişme için, başka bir ifadeyle tam üyeliğe mi yoksa imtiyazlı ilişkiye mi gidileceği hakkında ciddi itirazlar olabilir. Fakat, bence, AB'nin hemen hemen bütün üye ülkeleri kolayca anlaşılan nedenlerden dolayı, Türkiye'nin üyelik yönelimine ara verilmesini istemiyor.
SPANU: Her halükarda, sonbaharda ciddi bir AB-Türkiye krizini olası görüyor musunuz? Başka bir ifadeyle -Olli Rehn'in kullandığı bir ifadeyle- "trenin raydan çıkması" tehlikesini olası görüyor musunuz?
PAPADOPULOS: Bu tehlike mevcuttur. Daha önce sözünü ettiğim itirazlar Türkiye'nin üyelik yörüngesinde hareket etmesi arzusundan daha kuvvetli bir şekilde ortaya çıkarsa, sonbaharda bir "krizin" yaşanması yönündeki verilerin var olacağına inanıyorum. Ancak, şimdiden değerlendirmelerde bulunmanın akil olmadığını sanıyorum.
SPANU: Bir değerlendirmeye göre, Türkiye'nin iç siyasi istikrarsızlığı nedeniyle ve siyasi faturanın pahalıya ödeneceği korkusu altında, cesur kararlar alınamaz. Siz ne düşünüyorsunuz?
PAPADOPULOS: Türkiye içinde var olduğu söylenen çatışma ve istikrarsızlık ortamının gerçek olduğundan pek de emin değilim. Türkiye, üstlenmiş olduğu yükümlülüklerden kaçınmak için iç istikrarsızlığı, hatta, siyasi hükümet ile askerler arasında tez çatışmasını ilk kez öne sürmüyor.
SPANU: Ankara'nın zaman zaman savurduğu tehditlerin gerçekleşmesini ve Türklerin kendiliğinden Avrupa yönelimlerine veda etmelerini olası sayıyor musunuz?
PAPADOPULOS: Bu, diğerleriyle birlikte değerlendirmiş olduğumuz olası senaryolardan biridir ve bizi endişelendiriyor. Elbette, amaçladığımız bir senaryo değil, çünkü Kıbrıs konusu üzerinde olumsuz etkisi olacak. Müzakerelerin durdurulmasına yönelik olumsuz gelişmeden kaçınmak amacıyla, Türkiye'nin uyum sağlaması için hem zaman açısından hem de konunun özü açısından "altın ölçü"nün bulunması gerekir.
SPANU: Annan planı için yapılan referandumdan iki yıl sonra, Sayın Rice'ın açıklamalarından da belli olduğu üzere, Lefkoşa'nın Washington ile ilişkileri hala alt düzeyde. Sizce bu imajın değişmesi yolu var mı?
PAPADOPULOS: Bu durum bizim sorumluluğumuzun ya da seçeneğimizin neticesi değil. Bizim ABD ile herhangi bir davamız yok. Tam aksine, ABD'ye yönelik iyi niyetimizin sözünü etmemizin zamanı değil, fakat birçok şekilde gösterdik. Ancak, bizim için ve sanıyorum herhangi bir vatandaş için, ABD'nin ya da başka herhangi bir ülkenin dostluk ilişkilerini güvence altına almak amacıyla minimum taleplerimizi kurban etmemiz düşünülemez. Başka bir ifadeyle, ulusal çıkarımızı korumak için gerekli gördüğümüzü, herhangi bir ülkenin sözlü ya da başka teveccühünü elde etme uğruna kurban etmeyeceğiz. Her halükarda, ABD'nin teveccühünü elde etmek için Türkiye ile rekabete başlarsak, kayba uğrayacak olan taraf kesinlikle biz olacağız, çünkü ABD'nin bölgemizdeki "en değerli" müttefiki olan Türkiye'ye teveccühü bir veri oluşturuyor.
SPANU: ABD'nin disiplinsiz halkları ve disiplinsiz liderleri cezalandırdığı kanıtlanmış olduğuna göre, sizce Kıbrıs'ta intikam alması tehlikesi var mı?
PAPADOPULOS: ABD'nin düşmanlığını isteyen yok. Ancak, tekrarlıyorum: ABD'nin teveccühünü elde etmek için memleketimizin temel çıkarlarını, özellikle de Kıbrıs Helenizmi'nin çıkarlarını kurban etmeyeceğiz. Alt tarafı bu teveccüh, ABD'nin Türkiye'ye teveccühü düzeyine hiçbir zaman ulaşmayacak.
SPANU: Cezanızı belki de devam etmekte olan işgal yönetiminin statüsünü yükseltmek çabası oluşturuyor.
PAPADOPULOS: Yönetimin statüsünün yükseltilmesi çabası, anlaşmayla Türkiye'ye verilmesi kararlaştırılan bedel olarak, ABD'nin sabit ve değişmez politikasını oluşturuyor. Ancak, statünün yükseltilmesinin de objektif sınırlamaları var. Örneğin, AB'nin 24 ülkesi yönetimi tanıyamaz, çünkü bizimle Atina'da, hem tek taraflı hem de toplu olarak katılım anlaşmasını imzalamış bulunuyorlar, bu anlaşma temelinde de Kıbrıs Cumhuriyeti bir bütün olarak AB'ye katılmış bulunuyor ve Avrupa'nın bir toprağını oluşturuyor. Sadece, yasal Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin kontrolü altında olamayan bölgelerde AB müktesebatının uygulanması askıya alınıyor. Bunun ötesinde, "üçüncü ülkeler" ve ABD, işgal yönetimini tanıyabilirler, ancak bunu yapmadan önce, devletten ayrılma eğilimlerinin var olduğu her ülke için yaratacakları tehlikeli örneği iki defa düşünmeleri gerekecek. Her şeyden önce ve en önemlisi, Türkiye'de yaşayan milyonlarca Kürt nüfusu düşünmeleri gerekecek. Kıbrıs'ta bu tür bir "örneğin" var olmayacağını ümit ediyorum.
SPANU: Paris'te teknik konular için iki toplum arasında diyaloğun başlaması kararlaştırıldı, ancak bu diyalog başlamadı bile.
PAPADOPULOS: Anlaşma, benimle BM Genel Sekreteri arasında oldu. Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs Rumları ve BM arasında bir anlaşma değil. Lefkoşa'dan askeri kuvvetlerin geri çekilmesi, mayınlardan arındırılması, yerleşimcilerin ya da nüfusun kaydı konularını Kıbrıslı Türklerin işbirliği olmadan nasıl görüşeceğiz? Ancak, Kıbrıslı Türkler bu konuları görüşmek istemiyorlar, çünkü ilk baştan sadece günlük konuları görüşmek istiyorlar. Ancak, işgal kesimindeki yönetimin ayrı bir devlet varlığı olarak işlevselliğini engelleyen zorlukları görüşürsek ve bunları kaldırırsak, Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs'ın yeniden birleşmesine yönelik çözümü amaçlamaları için bütün teşviklerini yok etmiş oluruz. Bu bağlamda, biz, aynı zamanda esas konuların da ele alınacağı şartıyla, bu dokunulmaz şartla, on teknik konuyu görüşmeyi kabul ettiğimizi söylüyoruz.
SPANU: Yakın gelecekte Sayın Talat ile görüşmeniz olası mı?
PAPADOPULOS: Sayın Talat ile bir görüşmeye dogmatik bir şekilde karşı değilim. Fakat şunu soruyorum: Görüşelim de ne yapalım ve ne konuşalım? Özlü konuları mı ele alalım? Sayın Talat'ın bizi yakan konuları görüşme yetkisi ve gücü var mı? Örneğin, Kıbrıs'tan Türk ordusunun geri çekilmesi, yerleşimcilerin geri dönüşü, toprak iadesi konularını görüşebilir mi? Sayın Talat'ın bu tür bir yetkisi olduğunu sanmıyorum. Demek ki, rutin konular, günlük konular üzerinde anlaşmak için görüşeceğiz. Siyasi özü olmayan sosyal toplantılarda beş ya da altı kez görüşürsek, kamuoyunun sadece Sayın Talat'a ve Sayın Papadopulos'a karşı güveni sarsılmayacak, prosedüre güveni de sarsılacak. Millet kaç barış kahvesi içeceğimizi ve hangi amaçla bunu yapacağımızı soracak. "Olumlu ortam" iyidir. Ancak, "şahsi olumlu ortam" tek başına siyasi sorunları çözemez. "Teknik düzeyde" görüşmelerle zemin hazırlanınca, elbette görüşmeler siyasi liderler arasında siyasi düzeye geçecek.
SPANU: Şu anda sadece Lefkoşa, Kıbrıs sorununun çözümlenmesine yönelik yeni bir prosedüre ivme kazandıran taraf olarak ortaya çıkıyor. Ne Ankara, ne de BM acele ediyor. Taksimin sabitleşmesi tehlikesinin var olduğundan endişe ediyor musunuz?
PAPADOPULOS: Ben yabancı bir ordunun, özellikle de Türk ordusunun, işgal ettiği ülkelerden sakince geri çekildiğini görmedim. Bu nedenle, bize bu tehlikeyi sözde vurgulayanlar, işgale yol açan ve maalesef neticelerini değiştirmenin sadece bize bağlı olmadığı 1974 darbesini kimin yaptığını düşünseler iyi ederler.
Annan Planıyla Artık Kimse İlgilenmiyor
SPANU: Annan planı için referandumdan iki yıl sonra nerede bulunuyoruz? Plan öldü mü, tarihe mi karıştı, yoksa çözüm temeli olarak hala duruyor mu?
PAPADOPULOS: Üçüncü Annan planı Sayın Kleridis, BM ve Sayın Denktaş arasında yapılan müzakerelerin neticesiydi. Dördüncü ve beşinci Annan planı benim tarafımdan müzakere konusu olarak ele alınmadan ortaya çıktı; bir hakemlik neticesiydi, hakemin kararıydı. Bu nedenle, müzakere açısından, bizim tarafın yükümlülüklerini içeren plan üçüncü Annan planı. Referandumda, Kıbrıs Helenizmi'nin önüne getirilen beşinci plan, ek yükümlülükler ya da önceki hükümet tarafından üçüncü planın bünyesine katılan ve maalesef haklarında ne söz sahibi olduğum ne rol oynadığım, bilgi sahibi de olmadığım yükümlülükler dışında, bizim başka yükümlülüklerimizi içermiyor. "Annan planı çözüm için temel oluşturuyor mu oluşturmuyor mu; müzakere temeli, başlangıç noktası, yararlı malzeme mi yoksa değil mi; hala masada mı yoksa masadan uzaklaştırıldı mı" şeklinde birtakım akademik tartışmalarla dünyayı alt üst ettik. Ben şunu söylüyor ve de tekrarlıyorum: Planın adı ne olursa olsun, Annan 6 ya da Erdoğan 1 olarak adlandırılsa da, bizi ilgilendiren bu planın özü ve içeriğidir; bizi mülkler, yerleşimciler, ordular, devletin yapısı, devletin yönetimi, devletin işlevselliği ilgilendiriyor. "Annan planının bugünkü statüsü hangisi" hakkında akademik tartışmalarla uğraşmayalım. Annan 5 için ilgilenen artık yok. Kıbrıs'taki muhalefet ve zaman zaman ABD'nin bazı temsilcileri dışında Annan planıyla ilgilenen yok.
SPANU: Bu son Annan planının yakın gelecekte BM tarafından yeniden ön plana getirilmesi olası mı, yoksa başka bir plana mı yöneliyoruz?
PAPADOPULOS: Halkın yüzde 76'sı tarafından reddedilmiş olan bir planı, AB üyesi olmama tehlikesi geçtikten sonra, bir ifade değişikliği ya da yüzeysel değişikliklerle kabul etmesi mümkün mü? Referandum işlemini biz istemedik. Sorumluluğu üstümden atmak ve halka yüklemek için bu işlemi ben istemedim. Bu, 1989 yılından bu yana, Türk tarafının temel, müzakere konusu olmayan talebiydi. Bu talep, yeni bir Kıbrıs devletinin doğuşu ya da gelişmesiyle ilgiliydi. Biz, bugünkü statünün geliştirilmesini istediğimizi her zaman söylüyorduk. Türk tarafı "hayır" diyordu ve yeni bir devletin kuruluşunu, doğuşunu istiyordu. Yeni bir devlet nasıl doğar? Ya kurucu meclis ile ya da referandumla. Türk tarafı 1989'dan bu yana yeni bir devletin "doğuşunu" talep ediyordu, bu talep de, ilk önce eski Cumhurbaşkanı Sayın Vasiliu, daha sonra da, iki kez (1991 ve 1993'te), eski Cumhurbaşkanı Sayın Kleridis tarafından yazılı olarak kabul edildi. O dönemden 2002 yılına kadar bütün müzakereler, Türk tarafının bu temel talebi üzerinde yapıldı. Ben bu bağlayıcı kabulü, miras olarak aldım ve değiştiremedim.
Commentaires»
No comments yet — be the first.